Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan Milli Savaş Hikayeleri Üzerine

1) "Milli Savaş Hikayeleri"nden seçeceğiniz en az beş öykü çerçevesinde, anlatıcının "ötekileştirdiği" kimlikleri nasıl tarif ettiğini (örneğin düşman profilleri) açıklayınız. Anlatıcı hikayelerinde genellikle Milli Mücadele döneminde, işgal altında olan Batı Anadolu’daki Yunan askerlerini ve bölgede yaşayan ve Yunan askerleriyle etnik bağlantısı bulunan Rumları düşman profili olarak karşımıza çıkarıyor. “Hem Katil Hem Müttehim” adlı hikayede Hüseyin Bey, Manisa İstasyonunda lokantası olan Pavlo isimli karakterin üzerinden beraber yolculuk yaptıkları vagonda bulunan Rum kökenli adama, Rumların çok nankör olduğunu söylüyor. Türklerin askerlik gibi vergi vermek gibi yükümlüklerinin olduğundan bahsederken Rumların her türlü kayıt ve vergiden azade yaşadıklarını söylüyor. Hatta durumunun boyutunu “Buraya silahlı ordularla gelmeye hacet var mı? Bizi yavaş yavaş, bağlarımızı kemiren mikroplar gibi istila etmiyor muydunuz?” sözleriyle okuyucuya tarif ederken Rumların adeta kan emici, istilacı varlıklar olduklarını söylüyor. “Dünya Gözü ile Ahret Sesleri” adlı hikayede ise bütün kasabanın Rumların etnik kökendaşları olan Yunan askerlerinin ayakları altında kaldığını anlatırken kemik çatırtılarının ve dipçiklerin küt seslerinin geldiği sırada Gamuto Turko [kahrolası Türk] şeklindeki bir nefret söyleminde bulunan Yunan askerlerinin faşist davranışlarını okuyucuya sunuyor. “Teslim! Teslim!” adlı hikayede ise kasabayı yakıp yıkan Yunan askerlerinin barbarlığına ek olarak annesiyle birlikle Yunan askerlerinden kaçmaya çalışan küçük bir kız çocuğunun katledilişinden bahsederken, kızın “Teslim! Teslim!” demesine atıfta bulunarak “Hiç teslim diyen bir adam öldürülür mü?” sorusu Yunan askerlerinin yaptığı vahşetin boyutunu gözler önüne seriyor. Hikayelerde anlatıcı, düşman profilini tarif ederken sadece savaş zamanı oluşan ayrışmalardan doğan tipleri veya işgalci askerleri değil, aynı zamanda toplumsal olarak çok çirkin, alçakça ve vicdansızca olan davranışları sergileyen kimlikleri de ötekileştiriyor. “Muhacir Kerim Ağa” adlı hikayede oğullarından birinin düğününü yapmak üzere olduğu mutlu bir zamanda Rumeli’nin istilaya uğramasıyla veya “Utanç” isimli hikayede eşinin gözü önünde bir kadının namusuna el uzatılmasıyla düşman profilinin insanın içini sızlatacak her türlü olaya sebebiyet verebilen bir yapıda olduğunu karşımıza çıkarıyor. 2) "Milli Savaş Hikayeleri"nde yer alan öykülerde (en az beş) anlatıcının doğayı nasıl tasvir ettiğini, doğa-insan ilişkisine dair neler söylediğini yorumlayınız. Hikayelerin temel amacı dönemin toplum psikolojisini ve bireylerin karakter özelliklerini anlatmak olduğu için birçok hikayede doğa tasviri veya doğa-insan ilişkisine dair bir ipucu yansımıyor. Doğa tasvirlerine veya doğa-insan ilişkisine rastladığımız hikayelerde ise hikayelerinin genel karanlık ve iç sızlatan temasına uyumlu bir şekilde tasvir edilen zorlu doğa şartları okuyucuya aktarılıyor. Anlatıcı olumlu anlamda “Sesi Duyan Kız” adlı hikayede “Söğüt ağaçlarını ve serin kaynağı görünce bir parça durup dinlemek ihtiyacını hissettik.” sözleri doğanın dinginliğini okuyucuya sunuyor. “Güvercin” adlı hikayede ise Kuşbaz Hüseyin Bey’in hayatta en çok sevdiği şeyin güvencinler oluşu üzerinden bir doğa-insan ilişkisi örneği olarak ortaya koyuyor. En net doğa tasvirlerine rastladığımız “Issız Köy ve Dilsiz Kız” adlı hikayede arabadan indikleri ıssız viraneyi “mahzun, dalgalı Gediz Çayı’ndan, hummalı Kızılırmak’a, hummalı Kızılırmak’tan ölmüş koyun gözü renkli Van Gölü’ne kadar, bütün o sarp dağları, o çetin taşları, o çıplak tenekeleri, o sarı yaylaları, o karanlık vadileri kaplayan ıssızlık mutlaka buradan çıkıyor” diyerek ıssızlığın kaynağı olarak gösterirken, “Ceviz” isimli hikayede Anadolu’nun soğuklarını “İnsana manevi bir eza veren ve başa kömür gibi vuran bir soğuk.” şeklinde betimlerken, “On Dört Yaşında Bir Adam” hikayesinde doğa koşullarının arabanın ilerlemesine kimi zaman izin vermediğinden kimi zaman ise güç bela izin verdiğinden bahsederken aslında hikayelerin içindeki çileli durumları daha da belirgin kılacak ve zorlu atmosferi daha fazla vurgulayacak kasvetli ve çetin doğa tasvirlerine yer veriyor. 3) "Milli Savaş Hikayeleri"nde yer alan öykülerde anlatıcının Anadolu ve Anadolu insanına dair neleri vurguladığını yorumlayınız. Anlatıcı hemen hemen her hikayede Anadolu’daki köy ve kasabaları sıkıntılı ve acımasızlığa uğramış olarak karşımıza çıkarıyor. Savaşın getirdiği felaketler dolayısıyla Anadolu köyleri ve kasabaları sefalet, felaket ve acı mekanları olarak yansıyor. İnsanlarda ademin (yokluğun) ve yitirmişliğin yer etmiş olduğunu hissettiriyor. “Ceviz” hikayesinde “Bu köylerin her biri, öbüründen daha hüzünlüdür” diyerek Anadolu’nun hemen bütün köylerinin yıkıma ve hüsrana uğradığını aktarıyor ve çoğunda benzer manzaraların olduğunu vurguluyor. “Utanç”ta kendi gözü önünde karısının namusuna el uzatılan bir adamının kaçışını “Erkekliğine yedirememiş, senden utanmış.” şeklinde açıklayarak ne kadar mahcup ve gururlu bir insan olduğunu yansıtırken, “Hüseyin Çavuş” adlı hikayede Hüseyin Çavuş’un verdiği ona kaba bir şekilde davranılmasına verdiği tepkinin sertliğine rağmen yine de kalbinin yumuşamasını da Anadolu insanının babacan tavrıyla birleştiriyor. Anlatıcı savaşın geride kalanlara bıraktığı yokluğu ve hüznü “Ses Duyan Kız” hikayesinde nişanlısını kaybeden bir kızı, “Muhacir Kerim Ağa” hikayesinde oğulları şehit olan ihtiyar bir adamı canlandırarak okuyucuya aktarıyor. “On Dört Yaşında Bir Adam” hikayesinde ise bu durumdan yola çıkarak Anadolu insanına dair özellikleri de birer birer vurguluyor. Anlatıcı babasını savaşta kaybeden bir çocuğun hikayesini anlatırken “Zaten, Anadolu çocuklarında bu büyük adam bakışı ve bu olgun erkek tavrı seyrek görünen şeylerden biri değildir. Bazıları mahlukat gibi doğdukları günden itibaren hayatı anlamaya başlarlar. Hiç oyun devirleri yoktur.” diyerek hikayenin devamında yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen çocuğun sergilediği olgun davranışları dayandırdığı bir zemin oluşturuyor. Yine “Ceviz” hikayesinde yokluğun boyutunu “Tam bir aydan beri, iki taş arasında öğüttükleri ve bir yutulmaz sert hamur haline koydukları yarı yanmış , yarı kül olmuş buğday taneleriyle geçiniyorlar.” sözleriyle aktarırken kendi durumu ne kadar sıkıntılı olursa olsun bir parça yiyeceği olsa dahi onu paylaşmakta tereddüt göstermeyecek Anadolu insanının ne kadar fedakar olduğunu vurguluyor.

Yorumlar